Küçük bir lamba ile yola çıkan, sonra o lambayı logosuna ekleyen Pixar, artık gelenekselleştirdiği her sezona bir gişe canavarı animasyon kuralınca yeni ama dev bir adım atmış görünüyor.
Toy Story (Oyuncak Hikayesi) ile uzun metraj animasyon konusunda devrim yaratan John Lesseter ve ekibi yollarına devrimler yaratarak devam etmekte tereddüt etmiyorlar. A Bug’s Life (Bir böceğin yaşamı) ile yarattıkları “farklı bir hayvanın tutkularının peşinde gitmesi” formülü tüm animasyon stüdyolarınca halen kullanılmakta. “Monster’s Inc” (Sevimli Canavarlar) ile yarattıkları hayvanlarla insanların ortaklığı formülü de yine sık tekrar edilenlerden.
“Finding Nemo” ile ortaya koydukları ise hem yol filmi hem de büyük gişe hasılatına ek olarak ev sinemasında da dev bir adım olmuştu. “The Incredibles” ise animasyonda yepyeni bir dehanın müjdesini veriyordu bizlere Brad Bird. Süper kahramanlardan oluşan aile sürekli tekrar edilecek konulardan biri olarak tür içindeki yerini aldı.
Pixar tarihinin görece en başarısız filmi ise “Cars” olarak ön plana çıkıyordu. Bunca filmin yarattığı büyük beklentinin biraz altında kalan film yine de çok sevildi ve gişe de başarılı oldu. Son izlediğimiz Pixar animasyonu “Ratatouille” ile minik bir farenin yemek yapabileceğine inanarak, mutfağımıza girmesine ses çıkarmayacak kadar sevmiştik.
1984’ten bu yana animasyon alanında her filmi ile çıtayı daha yükseğe çıkaran Pixar bu kez tam bir büyük adımla gelmiş görünüyor. Zira Wall.e alışıldık animasyon kalıplarını biraz daha yukarılara çıkarmaya gelmiş. “Finding Nemo”nun yönetmeni Andrew Stanton kendisine ait öyküyü çekerken oldukça yalın bir tarzı ele almış.
Filmin büyük bölümünde replik yok. Neredeyse hiç replik yok desek yeridir. Ama buna rağmen tempo hiç düşmüyor. Stanton sinema sevgisini de gösterecek göndermelerle filmi zenginleştiriyor. Neredeyse saf sinema yapıyor.
“Günün birinde insanoğlu dünyamızı terk etmek zorunda kalsaydı ve giderken birileri son robotun fişini çekmeyi unutsaydı ne olurdu?” sorusunun peşinden de animasyon masumiyeti ile gitmek yerine bazı sosyal eleştirilerde de bulunarak gidiyor.
Dünyanın insanlarca kirletilmesi sonucu uzayda çeşitli gemilerde yaşamaya başladığı bu 2800’lü yıllarda geçen film, ilk olarak koca gezegende tek başına kalan unutulmuş bir çöpçü Wall.e ile tanıştırıyor bizleri. Bu çöpçü robot görevine hala devam ediyor. Ama bu arada dünyadan çeşitli örnekler biriktiriyor. Aslında yalnız da değil tam olarak, ona arkadaşlık eden sevimli bir hamamböceği de mevcut. Eski müzikalleri izleyen bu sevimli çöpçü bir gün Eve adlı yeni bir robotun yaşam araştırması yapmak için dünyaya indirilmesiyle yalnızlığından kurtuluyor.
Eve’in dünyaya indiriliş sahnesi yaratıcılık açısından nefis bir sahne olarak ön plana çıkıyor. Kedilerin lazer ışığını takip etmesine benzer bir şekilde wall.e’de inecek olan geminin ışığının yansımasını yakalamaya çalışıyor.
Müzikallerden görüp özendiği el ele tutuşma sahnesini, aşk duygusunu paylaşacağı birini karşısında görünce de uygulama çabasına girişiyor. Ta ki bulduğu bitkiyi eve’e gösterene dek. Bu andan sonra kitlenen robot’u almaya gelen geminin peşine takılan wall.e yepyeni bir maceraya atılmış oluyor.
Filmde eleştirilerini, kendince sosyal eleştirilerini sıralamaya başlıyor. Uzay gemisine çıkıldığında karşılaşılan insan manzarası gerçekten ürkütücü… Tüm insanlar tek tip olmuşlar ve yönetilen bir sürüden farkları yok. Yatar vaziyetteki koltuklarında önlerindeki ekrana bağlı yaşıyorlar.
Tembelleşmekten artık şişmanlamışlar. Teknolojinin insan hayatını tektipleştirdiği öngörüsünü bu dakkadan sonra işleyen Stanton, özellikle insanın ilk adımı attığı sahne ile, önündeki ekranı kapatan kadının “Havuzumuz mu varmış” cümlesi ile, kazara çarpışan bir çiftin elele tutuştuğu anda yüzlerinde oluşan şaşkınlık ifadesi ile insanın uyanışını da adım adım yaratmış oluyor.
Geminin pilotunun yardımcısı otomatik pilot ise mükemmel bir gönderme olmuş. Auto karakteri “2001: A Space Odyssey” filmindeki bilgisayar “Hal”a açık bir gönderme. Filmin unutulmaz tema müziğinin de kullanılması da cabası. Aynı sesle konuşan bu robotta tahmin edileceği gibi filmin kötü karakteri. Bitkinin bulunup kaptana ulaştırılması dünyanın artık temizlendiği anlamına geliyor. Fotosentez gerçekleşebiliyorsa yaşanabilir hale gelen gezegene iniş yaşanabilir. Bu noktada da yaşanacak ayrı bir serüven var elbette.
Wall.e ile Eve aşkında ise uzay boşluğunda geçen bir sahne filmin en önemli anlarından biri olarak sinema tarihine geçmeye aday hale geliyor. Wall.e yangın söndürme tüpünü çalıştırarak köpükler saçarak uçarken, Eve’de ona eşlik ediyor. Harika bir robot romantizmi anı yaşanmış oluyor böylece. Final sahnesinde de Eve ve Wall.e’nin yaşadıkları an güzel bir yaratıcılık örneği.
Sonuç olarak Pixar geleneklerine bağlı kalarak, bu repliksiz saf sinema örneği animasyon ile yine çıtayı yükseğe asıyor… Darısı diğer animasyon stüdyolarının başına….
*Sinemalife dergisinin Eylül 2008 sayısında yayınlanmıştır.